Şebekede Devrim İhtiyaç mı?

Dünyanın en stresli mesleği sıralamaları zaman zaman önümüze çıkar. Fast-food sektörü, pilotluk, bankacılık, itfaiye erliği, askerlik hep listede olur. Türkiye'de bir mühendislik pozisyonu ise hukuksal riskleri bakımından en son teklif kabul edilebilecek işlerdendir. Elektrik dağıtım şirketinde işletme şefliği, size çok kısa sürede savcının karşısına çıkmayı garanti eder. Çoğu zaman zerre kadar kabahatinizin olmadığı bir olayda, tazminat hatta mahkumiyet korkusuyla uykularınız kaçar.

Temmuz 2024'te İzmir şehir merkezinde, iki gencin yağmurlu bir yaz gününde, kameranın önünde elektrik şokundan ölmesi ile çok sayıda şef, mühendis, teknisyen, yönetici vb. gözaltına alındı. Belediye başkanı hakkında suç duyurusu yapıldı. Şehir merkezinde hizmet veren iki şirketin yaptığı ölümcül hatalar -koordinasyon sorunları, hatalı proje, işçilik hataları, vurdumduymazlık, denetimsizlik, boşvermişlik, adına ne derseniz deyin sosyal medyanın da katkısıyla- infiale yol açtı. Normalde böyle bir olayda işletme mühendisleri ve teknisyenler ile sınırlı gözaltılar yapılır ama bu olayın medyatikliği, şüpheli sayısını artırdı. O elim kaza Türk alçak gerilim elektrik şebekesinin herhangi bir noktasında her an olabilir. Peki size ne kadar maaş verirlerse, bir EDAŞ'ta işletme şefliği görevini kabul edersiniz?

Genç mühendis meslektaşlar, mezun olduktan birkaç yıl sonra böyle bir görevi almış olabilirler ve kendileri doğmadan önce yapılmış bir şebekenin “premature” sorunları, hatalı tasarım ve uygulamaları nedeniyle savcı karşısına çıkabilirler. Genç değil de 40 yıl tecrübeleri olsa, mesleğinin duayeni de olsalar, bir canlı iletkenin, temas etmemesi gereken bir yere değmesiyle oluşmuş bir kazayı önleme iradeleri olamaz. Yani zaten başınızı giyotine uzatarak işi almışsınızdır (Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki bir keresinde, bir bina otoparkında kurulu, sacdan transformatör köşkünü satın alsın diye hurdacı çağırıp, ölümüne sebep olan bir apartman yöneticisinin tazminat davasında rapor yazmıştık. Terkedildi sanılan bina, hala enerjiliydi).

Yüzde doksan dokuzu bu sistemsel açığı bilmeden görev kabul eden genç mühendislerin birer ikişer dava dosyaları birikir. Neden alçak gerilim şebekesi de "hafıza-i beşer" gibi maluldür?

Çünkü sistem hatalı (eksik?) kurulmuştur.

Sistem, faz-toprak hatasında -hemen hemen hiç bir zaman- koruma yap(a)maz. Köyde yere düşen bir alüminyum iletken telin yanından geçen inek; parktaki metal aydınlatma direğine dokunan masum çocuk; yolda, su birikintisine kösele ayakkabısı ile basan öğrenci, her an İzmir'deki gibi çarpılabilir. Sistemin bu soruna bir yanıtı yoktur. Oysa 36 kV veya 154 kV seviyesindeki şebekelerin, toprak hatasına bir yanıtı vardır ve buna rahatlıkla da güvenilebilir. 230/400 Volt alçak gerilim şebekesi ise bu konuda "üç maymunu" oynar.

Medeniyetin kalbindeki bir sokakta, -iddialara göre beş yıldır- zaman zaman ortaya çıkıp kaybolan bir canlı devre teması, gün gelip masum canları aramızdan almıştır. Tüm medeni ülkeler önlemini almış, rahat etmişken siz artık bunu da halının altına süpüremezsiniz. İzmir olayı ile birlikte deniz bitmiştir. Alçak gerilim şebekelerinin modernizasyonu ve bu ölümcül sistem hatası için kaybedilecek bir saniye kalmamıştır.

(Merak edenler için bundan sonrası biraz teknik okuma olacaktır) Mahallelerin elektrik dağıtımında dünyada iki başat sistem tercih edilir. Türk elektrik sistemi kurulurken (keza Fransa, İtalya, İspanya'da da) TT sistem tercih edilmiştir. Bu gayet anlaşılabilir bir seçimdir, zira hem o zamanki dağınık yapılaşmaya uygunluğu, hem de maliyet, basitlik, hesap yapmaksızın genişletilmeye elverişlilik, TT lehine artılardır. Literatür, alternatif TN sistemini tercih edenlerin, Anglosakson ülkeleri ve görece müreffeh ülkeler olduğunu söylemektedir.

Peki mesela Avrupa Birliği teknik dokümanlarında ne yazmakta? TN de, TT de kitaba uyulduğu sürece hala tercih edilebilecek çözümlerdir. AB, TT'yi reddetmez ama özellikle kentsel, yüksek yoğunluklu yerler de TN'e geçişi önerir; dolaylı olarak teşvik eder. İtalya örneğine bakarsanız, 1970 öncesi tamamen TT şebeke iken seksenlerde başlayan, doksanlarda hızlanan TN'e geçiş, artık tamamlanmıştır. Bu demek değildir ki TT İtalya'da öldü. Kırsal alanlar için TT hala önerilir ve kullanılabilir. Ama kitaba uymak ve faz toprak hatasına önlem almak şartıyla. Ülkemizde yaşanan ve bu ölümlere sebep olan budur: kitaba uymamak!

Ne Yapmalı?

Tanışmakla şanslı hissettiğim İsmail Kaşıkçı hoca ve meslektaş Nejat Cahit Gencer, her fırsatta konuya dikkat çekebilmek için dil dökerler. Kamu otoritesinden, İzmir olayı sonrasında bir açıklama, çözüm, eylem planı vs henüz duymadık. Anlaşıldığı üzere konu adaletin değil, tekniğin, akademinin, bakanlığın konusudur. Sayın Gencer'in ifadesi ile dağıtım şebekesinde nötr, tek noktada değil, hat sonlarında da topraklandığı için toprak hata koruması, çözüm olmaktan çıkar (şebekenin mevcut haliyle röle işe yaramaz). Ölümlere çare olacak en hızlı ve ilk etapta uygulanabilir çözüm, her mahallede nötr-toprak gerilimini gözlemek ve mesela 10 Voltu kararlı şekilde geçtiğinde, acil müdahale ekibi yollamak olabilir. Bu yöntemin denendiği ve iş gördüğü kabul edilmektedir, doğrulamasını yapmak zor değildir.

Yukarıdakine benzer acil önlem kararlarının alınması sonrasında ilgili bakanlık, Avrupa'nın yaptığı gibi TN'e "kademeli geçiş" için karar almalı; almıyorsa TT'de kalarak ama eksik kalmış korumayı da garanti ederek, kitaba aykırılığı mazide bırakmalıdır. Sektör, ilahi emirmiş gibi "ezber TT pratiğini" terk ederek, ihtiyaç ne ise onu yapmalıdır. Şehir merkezinde riski yüksek yerlerde ekranlı (zırhlı) kablo seçeneği kullanılmalı, toprak hata rölesi üretimi için yerli sanayici teşvik edilmelidir.

Japonya'daki uygulamaya da değinmeden geçmeyelim: Japonlar TT kullanmaya devam etmektedir. Metropollerinde bile yer altı kablo şebekesi minimal ölçektedir, havai dağıtım şebekelerinin "çirkin", karmaşık görüntüsü Japon kamuoyunda da eleştirilir. Alçak gerilim dağıtım hatları -şebekenin özelliğine göre değişen eşik değerlerindeki- toprak hatası koruma röleleri ile gözlenir.

Ölümler “vaka-i adiye”den olduğu halde İzmir vakasına kadar farkındalık oluşturmakta neden zaaf yaşandığını unutup, genç tıbbiye öğrencisi ve ona yardıma koşan dostu "bayrak" yapabilir miyizi konuşalım. Bu olayı unutturamayız, baskıyı büyütmeliyiz. Üçüncü dünya ülkelerindeki gibi, artık yaşamak tesadüflere bırakılamaz.

Doksan dokuz depreminin 25. yılına tesadüf eden bu metnin, deprem ile savaştaki gibi bir savsaklamaya engel olabilmesi tek ümidimizdir. 

17.08.2024